Günümüzde “en az üç çocuk” fikri, sadece bir toplumsal öneri olmaktan öte, derin bir ekonomik ve demografik tartışma konusuna dönüşmüştür. Birçok ülkede, özellikle Türkiye‘de, bu önerinin arkasında yatan nedenler ve sonuçlar, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ciddi bir değişim yaratmaktadır. Peki, bu ifade gerçekten bilimsel bir öneri midir, yoksa daha çok siyasi bir mesaj mı?
Nüfus Dinamikleri ve Ekonomik Refah
TÜİK verilerine göre, Türkiye’de ortalama yaşam beklentisi 77.3 yıl olarak belirlenmiştir. Her bir bireyin sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi ve sosyoekonomik gelişimini sürdürebilmesi için, ülkenin çalışan ve çalışmayan nüfusu arasında bir denge sağlanması kritik önem taşımaktadır. OECD, bu dengeyi korumak için gerekli doğurganlık oranını 2.1 olarak belirlemiştir. Doğurganlık hızı, bir toplumda üreme çağındaki kadın başına düşen doğum sayısını ifade eder ve bu sayının 2.1 olması, toplumun kendini yenileyebilmesi için gereklidir.
Ancak Türkiye’deki mevcut doğurganlık hızı, 2016 yılından itibaren 2.1’in altına düşmüş ve 2022 yılında 1.51 gibi oldukça düşük bir seviyeye inmiştir. Bu durum, sosyal devletin sürdürülebilirliği açısından da bir tehlike oluşturmakta, aynı zamanda ekonomik refahın tehlikeye girmesine neden olmaktadır.
Geçim Derdi ve Aile Planlaması
Yüksek kiralar, yaşam standartlarının düşmesi ve genel geçim zorluğu, bireylerin çocuk sahibi olma arzusunu olumsuz etkilemektedir. Birçok aile, ekonomik nedenlerle çocuk sahibi olmayı ertelerken veya sayısını azaltmayı tercih etmektedir. Bu noktada, “en az üç çocuk” fikrinin temelinde yatan nedenler arasında aile içindeki ekonomik dengelerin korunması, genç iş gücünün artırılması ve sosyal hizmetlerin sürekliliğinin sağlanması gibi unsurlar bulunmaktadır.
Gelişmiş ve Gelişmemiş Ülkeler Arasındaki Farklar
Gelişmiş ülkelerde düşük doğurganlık oranları ve artan yaşam standartları, sosyal yapı ve ekonomik durumla paralel bir gelişim göstermektedir. Adeta ‘zengin ve az çocuk’ modeli ile ‘yoksul ve çok çocuk’ modeli arasında bir ayrım ortaya çıkmaktadır. Gelişmemiş ülkelerde ise genellikle yüksek doğurganlık oranları kaydedilmektedir. Bu durum, bu ülkelerdeki genç nüfusun artmasına ve dolayısıyla ilerleyen yıllarda sosyal ve ekonomik dinamiklerin değişmesine neden olmaktadır. Bahsedilen gerçeklikler, “en az üç çocuk” söyleminin neden yalnızca bir öneri değil, aynı zamanda siyasi bir strateji olabileceğini gösteriyor.